Yonlendir

18 Aralık 2015 Cuma

İyiki Doğdum Na Nanan Naaa!

Şimdi biri çıksın ve ''biraz mütevazi ol, insan kendine ''iyiki doğdum'' demez.'' desin; ben de bir an evvel, ''kasma ulen'' diyeyim kahkahayla ve geçip gitsin bu fasıl, bir an evvel. İnsan kendini ''iyi ki doğdum'' diyecek kadar sevmiyorsa başkasını sevmesinden de pek hayır beklemeyin, bana sorarsanız. ''En çok bana soracaksınız!'' tabii. Ya n'olacağıdı? Bugün benim doğum günüm.


 Kendini sevmek ve kendini beğenmek karıştırılıyor çoğunlukla, üzülüyorum buna.
Mıncır şimdi yanağını geç kalmışlıklara!
Ne çok var kasan tiplerden.
Hayatın esprisini kim kaçırtıyor size?
Şşş alo! Ben doğdum ben.
18 Aralık.
Gün gibi doğdum.
Sadece ben.
Tek başıma ben!


 Kendimden son derece bağımsızdı doğmam ve tüm bunlar değil mi?
Amannn boşver be!
Bu günler böyle olmaklar için var. :)

Kasan tip cenahının sinirlerini zıplatıp ''E-eeh! yeter be.'' demelerini sağladıysak ve onları eleyip biz bize kaldıysak gelelim yazının aslına faslına.


Güne güzel mesajlarla, kadirşinas aramalarla  keyifli başladığımı gören annem; sevildiğimi kıskanıp kendine pay çıkarırcasına ''doğumunda seni kutlayacak bir şey yok, arkadaşların beni kutlasın.''dedi. Ben dumur, kadın haklı. ''Çok matah bir şey değil doğmuş olmam.'' derken tam da annemin bahsettiğini kastediyordum işte. ''Kimin annesisin sen hatun, gel buraya öpücem ellerinden!''
O da kutlanmak isteyişinde haklı şimdi Allah var, çekmiş zamanında!
''Şam şeytanı'' diye bahsederler çocukluğumdan ''evlerden ırak'' diye çevirir ablam!
Ablam...
Başucumda ''iyiki varsın'' derken gözleri doluyor. Yine beni en çok, en çok kavgalar ettiğim, olduğum gibi seviyor.


Güzel yaşadım.
Düşünüyorum her yılı, her anı dolu dolu...
Bi' daha başlasam bir merdivene çıkmaya yine aynı şekilde çıkmak isterdim muhtemelen yirmi üç basamağını...

Çok sevdim, çok sevildim...
Şiir de yazıldı, şarkı da söylendi.
Gerçek sevgiyi tattım.
''Bundan çok bahsetme.'' demişlerdi ağızbirliğiyle, heyhat! Yazdım, hep yazacağım. :)
Sevince hayatın soluğunu duydum, daha çok sevdim her ne varsa.
Yalanına da bandım.
Hepsinin keyfi bambaşka.
 ...

Sinmedim köşeme,
Elimde bir parça ekmek hayata menemen misali bandım.
İnsan birini düşünürken ağırlıklı basan hali gözünün önüne gelir ilk olarak.
Ben kendimi düşünürken; bir şeylere yetişmeye çalışırcasına attığım kendimden büyük adımlar geliyor aklıma ve kalbimin yüksek ritmini duyumsuyorum.
Telaşı yalnızca güzel yaşamak için kalbimin,
Hırsına telaşı mevcut değil.

Bitmedi dolu dolu yaşayacaklarım üstelik.
Nazım'ın dediği gibi:

''Kopardım portakalı dalından 
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.'''


 İlk gençliğe yaraşır ne varsa  dolu dolu yaşadım, demem o yani. Büyüklerim kızmasınlar ''daha neler yaşayacaksın hehey dur bakalım'' öğütlerine girmesinler hemen. Daha fazlasını yaşayınca yine yazarım yahu! Otur bi' soluklan, su versinler. Aksi halde ikinci bir ''kasma'' durumu bu kez beni kasar hafazanallah, felaket olur! Bugün olsun durun, ağzımın tadıyla iyiki doğayım.





''Ne güzel dostlar biriktirmişim ehe ehe.'' muhabbetine girmeyeceğim, çünkü insan güzel dostlar biriktirdiğinin farkına doğum gününde varıyorsa dost değil olsa olsa ''kankili'' biriktirmiştir. Hani şu kepi atarken birlikte onları da fırlatacağınız ''kankililikler.'' Çıkarla kurulu, çıkar bitince pat! kurulduğu yerden üzerinize çöken kankilikler. Kep geri düşecek, tutacaksınız; onlar güm yere! Neyse bu konu uzar gider, başka sefere...
Yaşım kadar, yaşım bölü iki kadar uzunlukta süregelmiş dostluklarım var, hepsinin varlığına şükür. Aldım sizi ayırdım bana...

Dışa kapanıp içe açılma zamanımdı 2014.  Ve o zaman sadeliği yalnızca bir fotoğraf sanatı olarak sevmekten çıkarmış yaşam tarzı olarak benimsemeye başlamıştım.
İnsana, duyguya ve eşyaya dair ne varsa azaltmıştım. Aldığım kararlarımın güzelliğini yaşadığım bir yıl oldu bu sayede 2015. ''Azalmak çoğalmaktır.'' derler. Doğruymuş bak...

 Rakamlardan hazettmem ama seni unutmayacağım 2015! 2014 gudubetinin üzerine gün gibi doğmuştun, nasıl unuturum?

Aynı performansın daha güzelini yirmi dördüncü yaşımda da bekler yanaklarından öperim 23.yaşımın. Bir de hayatımdaki tüm güzellikleri...
Beni yine ağlattınız insafsızlar.

O zaman bu da benden size!

https://www.youtube.com/watch?v=3ZFiD-6GhM8

''Bir hişt sesi gelmedi mi fena!
Geldikten sonra, yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları...
Hişt hişt! ''

Yeni yılı açmaya ramak kala, güzellikle kalın.
''Hişt hişt'' diyenleriniz eksik olmasın. :)





17 Aralık 2015 Perşembe

Fena halde Leman'ım dostlar!

''Salih Seçkin Sevinç'le Buluşma ''


Blogumun ilk yazısında teşekkürlerimi sunduğum, sevgili Mustafa Cıngı hocamın tavsiyelerini can kulağıyla dinleyip keşfettiğim Salih Seçkin Sevinç önce staj döneminde kelimeleriyle sızdı hayatıma, sonra Sosyal Medya'da kısa paslaşmalar yaptık ve ardından üç günlük bir birliktelikle Kayseri'de fakültemizdeydi! Bir hayalim daha gerçekleşmiş ve yeni yıl gelmeden birinin üzerine daha tik atılmıştı böylelikle. Bir şeyi ya da bir insanı sevmekle başlıyordu yine hikayem..

  Bilirsiniz; sevdiğiniz biri bir kitap önerince ya da bir film tavsiye edince onu bir an evvel okur ya da izlersiniz. Aranızda bağ kuramadıklarınızın tavsiyeleri ise hep bir yere not alınıp unutulmaklarla geçer ve gider...

  Kıymetli hocam  Mustafa Cıngı vesilesiyle keşfetmiş oldum Salih Seçkin Sevinç'i. Daha önceden içinde olduğum blog dünyasına farklı bir isimle ve başka stratejilerle girmeme vesile olan ilk yazımda da bahsettiğim üzere  Salih A'bi olmuştu O yüzden bende yeri biraz başka. ''Fazla abartılmadı mı?'' diyenler için;

''Bu benim dünyam''ve ben ''seversem abartırım'' :)

Ardından hayatıma dahil olan ikinci güzellik kıymetli hocam Mustafa Cıngı ve Fatma nam-ı diğer ucuzdüzen ile ''dijital kitap'' ayraçlığı yaptığımız sitemiz sosyalayraclar.com oldu. Henüz çok yeniydi ve biz ivedilikle Pazarlama İletişimi ve Sosyal Medya ile alakalı kitaplar okuyup, yazılar yazıyorduk. Sosyal Medya ve Pazarlama İletişimi ile Alakalı İnteraktif ayracımız! sosyalayraclar

Birgün Salih Seçkin Sevinç'in internet gurmeliği yaptığı sitesi harbiyiyorum 'un twitter hesabı üzerinden attığı ''en güzel mantı nerede yenir'' sorusuna bir Kayserili olarak ve Salih Abi'nin tutkulu bir okuru olarak Kayseri'de evde yeneceğini gelirse ağırlayacağımızı belirttiğim bir tweet attım. Pişman olacağımızla tehdit etse de mantının olduğu yerde pişmanlık olmaz dedim. İlk ağırlama davetimizi Sosyal Ayraclar olarak Twitter üzerinden yapmış olduk  böylelikle. Dört yıldır her derste düzenli olarak duyduğumuz,bir Twitter feedback'iyle olmuştu yani ilk davetimiz . Feedback her şeydir!


Bu sırada Fatma ile aldığımız karar sonucunda sektör kitaplarına iyiden iyiye yönelmiştik ve Salih Seçkin Sevinç'in okunmadık yazısını, kitabını bırakmayarak başlamıştık işe.

 Kitaplarındaki şahane üslubu sayesinde kurmaya başladığımız bağ onu Kayseri'de ilk günü okumakta olduğumuz Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde ''Sosyal Medya ve İçeriğin Gücü'' adlı konferansla başlayıp üç gün sürecek şekilde keşfe çıkaracaktı. Sonuçta o bir gurmeydi ve Kayseri'nin mantıyla başlayıp pöçe kadar uzanan geniş bir lezzet mutfağı vardı.

Bu sırada onu seven İletişim Fakültesi öğrencileri olarak eğlenceli kısa videolar bile çektik.
burada :)

Ve vakit tamamdı. Günlerdir üzerinde düşündüğümüz sabahlara kadar ayraç yaptığımız gecelerin sonunda beklenen an gelmişti.
Şimdi aklımda bir tek soru vardı: ''Uzaktan uzağa Sosyal Medya'dan ve kitaplarındaki üslubundan aldığım elektiriği gördüğüm zaman ya alamazsam?''


Son derece ilgi gören ''Sosyal Medya ve İçeriğin Gücü'' konferansı Salih Seçkin Sevinç'in eğlenceli üslubuyla başlamıştı ve nihayet endişem yerini rahatlamaya bırakmıştı. Tıpkı yazılarındaki gibi içtendi, hayranlıkla dinledik.


Ardından ekibimizi ve Salih Seçkin Sevinç'i konferans sonrası ağırlama sözü veren Starbucks'ta kahve yudumlamaya geçtik. Ağzımızda ''keyifli topraksı bir tatla'' muhabbeti sürdürdük. :) Muhabbet giderek ısınıyordu.


 
Ardından asli görevi yerine getirmek üzere Mustafa Cıngı Hocamızın evine doğru yollandık. Sözünü verdiğimiz üzere Kayseri mantısını evde afiyetle yedik. :) Ardından saatlerce muhabbet ettik. O anlarda ona duyduğum hayranlık giderek artıyordu.



Üç günün sonunda uğurlama kahvemizi içtik akıp giden zamanda Salih Abi'yi İstanbul'a uğurladık. Sonunda biz bir aile olduk. :)  En kısa zamanda İstanbul'da görüşmek üzere!





Tutkularınız hayaliniz,hayaliniz gerçek olsun. Sevgiyle kalın. :)








28 Kasım 2015 Cumartesi


       Müjde! Soslarım geldi



   

     Buraları çok özledim! diye haykırarak başlamazsam çatlarım hafazanAllah! Öyle yoğun geçiyorki günlerim zaman zaman aklıma geldikçe bir şeyler karalıyorum ve bir kenara bırakıyorum sizinle paylaşmak üzere. Bu şekilde birikmiş çok post var. Hepsini paylaşmak için can atıyorum.
  2015 bitiyor, bir yandan yarım kalan işlerin sonlanması, hiç el sürülmeyenlerin de bir an evvel bıçaklanması lazım,  ''Cıngı'' tabiriyle. :) Siz neler yapıyorsunuz? Sardı mı sizi de tatlı yeni yıl telaşı? Sarmadıysa sarmaya başlasın lütfen. Üzüntüleri geride bıramak için yeni yollar seçilsin, hatalardan ders çıkarılsın, yeni yılda aynı hata yapılmasın, daha güçlü olunsun, kapanmayan ve kapanmadığı için yaralar açan defterler kapatılsın ve tabiiki kırmızı yeşil panduf terliklerden tutun yeni yıl atkılarına kadar yılbaşılı her şey alınsın. Ayrıntılı yeni yıl postu yakında ama önce bir sevincimi paylaşacağım sizinle.

   Geçen haftalarda girdiğim ''Fettucini Alfredo Soslu Tugcelenmis Makarna'' tarifi çok beğenilince sizlere yeni bir müjde vermek istedim:

Soslarım geldi!

   Yemek yapmayı sevdiğimi bilen canım arkadaşım yedi yirmidördüm Fatma, nam-ı diğer Ucuzdüzen bana Almanya'dan seveceğim birkaç sos getirtmiş. Şimdi benden dört gözle yemek yapmamı bekliyor. Yani ben sevdiğim için mi tüm bunlar yoksa yemek ziyafeti yapalım şenlenelim diye mi Bilemedim yine Altan' :)

 Şaka bir yana kendisi de pankeki çok güzel yapar, benden duymuş olmayın. Bir ara pundunu bulup rica edersiniz.

 Peki bu soslarla hangi yemeği tuğçeleyeyim? Ne seversiniz, ne yapayım akşama sevgili okur? :)
Sahiden birgün buluşup tuğçelenmiş bir yemeği sizinle afiyetle yemek isterim. Ölmezsiniz yahu merak etmeyin, Bu hayalimi de ''at fav'a bekle''. Twitter müptelaları bilir, bir zamanların meşhur jargonuydu; ''at fav'a bekle''. Şimdi ''fav'' yerine ''like'' var. Zaman Sosyal Medya'ya da yapmadığını bırakmıyor, sadece sana mı garezi sandın?

  Gerçekleşir birgün bu hayalde, bakarsın. Ama evvela; ''ben senden daha güzel yemek yaparım'' diyeniniz varsa bana meydan okusun ve meydan okuduğu yemek fotoğraflarını instagram'dan yollasın. Kapışalım. Canıma susadım. #tugceliyorumameydanokuyorum hashtagiyle tagle beni. maksat ziyafet olsun, kankito eşrafı nasiplensin. :)

Haydi çokta madara etmeyin beni, fotoğraflarınızı bekliyorum. Afiyetle kalın. :)



20 Kasım 2015 Cuma

''SALATA''


    Uzun uzun hayrete düşmüş gözlerle bakıyorum yabancısı olduğum o anlara.
 Bakışlarım onlarda açıklama yapma ihtiyacı doğurmuş olacak:
'Aşığız, delice seviyoruz’’ diyorlar. Suratlarında övünç ifadesi.
 ''Salata yapıyorsunuz siz'' diyorum. Bu yaptığınız olsa olsa vasat bir salata olur; marulları pörsümüş, domatesleri hormonlu, lügatı bol yağlı bir salata.

14 Kasım 2015 Cumartesi

Bana Biraz Çirkinlik ve Basitlik Lutfedin

  Yalnızca bir boşluk istiyorum bugünlerde. İçinde kayda değer bir eylem bulunmasın. Müzik dinleyeyim, sevdiklerimle bolca kahkaha atayım, yiyeyim içeyim, yine müzik dinleyeyim...
   
  Nasıl sıkılıyorum ciddiyet dolu hallerinizden, her konuda muhakkak taktir bekleyen bir duruşunuzun olmasından. Sürekli bir 'bikbikbik'lik hali.

 Bir sürahiyi mantıklı olanı yapmakla, kusursuz sevmeye çalışmakla ve çokça anlayışla doldurmuş gibiyim. Şimdi bir sürahi daha istiyorum sizden. İçini biraz mantıksızlıkla, kusurla, az anlamaklarla, sıradan ve son derece basit şeylerin güzelliğiyle doldurmak istiyorum.

 O kadar bunalıyorumki bazen, kusursuz dizeleri olan şiirlerden, fazlasıyla zevkime hitap eden şarkılardan... Biri cam açsın, biraz da kalitesiz türkçe pop müzik.

 Demem o ki; öpüyorum bütün kusursuzluğunuzdan; bana biraz çirkinlik ve basitlik lutfedin. Edemiyorsanız da beni yadırgamadan izleyin. 

9 Kasım 2015 Pazartesi

   Kar


   Karanlık beni yazmaya çağırıyor. Bunca beklettikten sonra yağan kar, atkısını sıkı sıkı sarınmış, montuna sinmiş halleriyle acizliğini hatırlayan insan silüetleri... Caddenin heybeti, yan binadaki elinden sigarasını düşürmeyen düşünceli adam, kim bilir neye içiyor şimdi?
Hayatın bitmeyen telaşı ve önünüze çıkıp duran engelleri yazmayı daha değerli kılıyor.  Kokusunu burnunuzda tüttürüyor kelimelerin ahenginin. Sizi bile şaşırtan öykü sonlarının özlemiyle dolaşıyorsunuz. Önünüze dikte edilen sistemin içinde boğuluyorsunuz kimi zaman. Kar yağıyor; her tanesine ne anlamlar yüklediğimi bilmeden yağıyor kar. Hiçbirinin yeryüzüne inerken yaptığı manevraları kaçırmak istemiyorum, ama mümkün olmuyor. Çayımın buharına fon yapıyor eşsiz kar taneleri. Mesela, şu inen kar tanesi hırçın yanıma ne çok benziyor. Ezip geçesi var parazit yapan tüm kar tanelerini. Engellerden nefret edercesine aceleci, öfkeli. Kim bilir neye bu kadar öfkesi?
    Penceremin önünde ekmek kırıntılarını yiyen güvercinin tepesine kondu şimdi, bir başka kar tanesi. Merhametimi hatırlatıyor bana, fedakarlıksever oluşumu... Ve bu yüzden kendimi hep ihmal etmelerimi. Konduğu güvercinin yüreğini okşayıp ısıttığı besbelli; kim bilir kim buz tutturdu onun yüreğini?
Şu ağacın dalları arasından süzülene bak şimdi; hemen göze çarpıyor bak. Dudaklarında şarkı, diğer kar tanelerinin elinden tutup dans etmek istercesine coşkulu kendisi. İçimdeki muazzam yaşam sevincini hatırlatıyor bana. Seriyor gözlerimin önüne Tanrı beni. Bir başka varlık içinde bir başka suretle… Ahh! Minik kar tanesi tam da elinden tutup dans etmek istediklerin alırsa içinden yaşama sevincini şaşırma e' mi? Şaşırma narin Berfu’m. Manzaraya dalmışken gözüme ilişen kar tanesinin üstünde dinlediğim şiire kulak kesiliyorum şimdi: ” Bu bahar hazır, akılsız bir yeşermenin şahane hasadına, hazır nurtopu gibi bir yaşama sevincini kucaklamaya.” Senin anlamın bu olsun minik Berfu; şiir ol sen ölümsüz ol.
    Çayımı yudumluyorum şimdi afiyetle. Ama ona anlamlar yüklemek istemiyorum. Kar tanelerinin kaderini yaşatmak istemiyorum ona. Nedensiz olsun istiyorum çayı içişim. Nedensiz olsun onu sevişim. Anlamlara boğup sırtına ağır yükler bindirmek istemiyorum. Bana neleri hatırlattığını bilsin istemiyorum. Boğazımdan inerken nereleri acıtıp nereleri ısıttığını bildirmek istemiyorum ona. Hay aksi! Resmen bildiriyorum.
 Yeşil pencereleri olduğu için mutlu görünen evin önündeki ağaç dallarının karışıklığının aslında o evin yaşam kargaşasını aksettirdiğini bilme sen. Bacası tüten, sobasında kestane közlenen, sıcacık muhabbetlerin çevrildiği haneler hala var sen sen, bilme. Yıllardır seni dert ortağı bilmişler, demini yudumlayıp karşılığında dertlerini akıtmışlar sana. Ahh ne fena! Gel bir güzellik yapayım ben, hiçbir derdimi bilme. Anlatıp sıkmayayım içini gel. Gel tıngırı yolunda bir hayat sürüyorum san sen. Zaten hep öyle sanmıyorlar mı?
 Tahammülsüz olduğum şeyleri bilme. Her insanda sevilecek bir parça bulduğumu, yalnızca sürekli hayıflanan ve olumsuz düşünen insanlarda sevgi parçacığı bulamayışımı bilme. En çokta bu minvaldeki insanların ruhlarından kaçmak isteyişimi, beni hayattan nasıl soğuttuklarını bilme. Sıkmak istemem seni sıkıcı insan manzaralarıyla. Sana sadece çay muamelesi yapayım gel. Kanıma girip bela alma başına. Yaşamak istediğim hayatın bir binadan çıkıp ötekine girmek olmadığını ve bu sirkülasyonda savrulmanın ruhumu ne kadar acıttığını bilme. Bir sabah gündoğumunda güneşi karşıma alıp elime yüzüme bulaştıra bulaştıra resim fırçalamak isteyişimi bilme. Duyarsan gülme bana. Gittiğimiz kampta ikimizin de sesinin güzel olmayışına aldırmadan sevdiğim adamla şarkı söylemek istemelerimi bilme. Ağaç liflerinden ağ, etraftan bulduğumuz dikenlerden de kanca yapıp balık tutmak istemelerimi bilme. Rezilce bu. ” Bu kadar uğraşmaya ne hacet olta varken!” deyip sıkma canımı. Hatırlatma bana her şeyde mantık arayan insan evlatlarını! Açtırma benim bayramlık ağzımı kederli çay, ne güzel demleniyoruz şurada. Gardını kuşandığı için güçlü görünen insanların aslında senden benden zayıf oluşunu bilme. Bir şarkıyla uzaklara gidip dönemediklerini bilme. Kanıma girme kederli çay. Beni benden alma. O’ndan beni al, bana getir. Yeni ufukların yolunu göster bana; hiç halim yok benim.
   Seni hep birbirlerine ısmarladılar. Sahi bir şey ısmarlayan olmadı mı sana hiç? Gel ben sana bir şiir ısmarlayayım. Senin dumanında kayboldular hep, gel sen bu şiirin dizelerinde kaybol. Bana da bakma, pundunu bulursan derdini de aç. Sarar seni dinler usulca. Hadi bu iyiliğimi de unutma. 


27 Ekim 2015 Salı

Tanrı'nın mozaik resim sergisinde bugün. *

     "Gülümsemeden geçen bir gün boşa geçmiştir." diyen Chaplin beni bağlamaz. Severim Chaplin'i ama bu sözü beni hiç bağlamaz. Kusursuz mutluluğun bulunabileceğini iddia eden ve umut tacirliği yapan kişisel gelişim kitapları da beni bağlamaz. Yaşam tüm zamanlardan asık suratlı geçen zamanların çıkmasıyla ikiye bölünüp mutluluğun kalmasından ibaret değildir. 
     Ağlamasıyla gülmesiyle acısıyla sancısıyla bu yaşamın hastasıyım Tanrı'm, hastasıyım resimlerinin!





 

22 Ekim 2015 Perşembe

Huzur?evi ziyareti

” Kendi evin gibi olmuyor kızım, ağırlayamadım sizi; şekerim, kolonyam yok; kusura bakmayın.” Huzurevindeki Hikmet Teyzenin titreyen dudaklarından süzülen, içinde aradığım her şeyi bulduğum ansiklopedi minvalinde bir söz bu. Yaşamdan çıkarmam gereken tüm dersleri buket yapıp elime tutuşturuyor Hikmet Teyze. Hazıra konuyorum biraz. Ama ne hazır! Dumura uğradığın, birisi çıksın ve ''hepsi sadece bir şakaydı'' desin istediğin anlar vardır. Kimse çıkmaz. Kimse de yerin dibine girip çıkan duygularının elinden tutmaz. Her şey lök gibi gerçektir o anlarda.
'Teyzecim halin vaktin nicedir?' diyorum.' İyiyim kızım çok şükür, sabahları tansiyonum düşüyor sadece, iyiyim.' diyor. Beyninde ur varmış... Ve bu yüzden sol eli zangır zangır titriyor. Buna rağmen 'iyiyim, çok şükür...'
 Konuyu değiştirmek istiyor. ‘Dolabımda kola, bisküvi var durun ikram edeyim’ diyor. Dolabının kilidi kaybolmuş. ‘Yine çalınmış kuzularım’ diye dönüyor. O özürleniyor, ben mahvoluyorum...
 Arkadaşlarının yanına götürmek istiyor bizi.’Bakın kızlarım ziyarete gelmiş bana’ diye sevinçle açıyor her kapıyı. Ellerini öpüp bayramlarını kutluyoruz, şeker tutuyoruz. Kimisi şeker hastası olduğundan bakıcıları müdehale ediyor. Eriyorum o anlarda.
 Kat aralarına fileler çekilmiş boydan boya. Balkonlar desen, orası da öyle. Üç katlı bir bina ve içerisinde terkedilmiş yaşamların bulunduğu odalar... Kimisi on yıldır orada, kimisi on sekiz yıldır. Dile kolay, on sekiz yıl...
Tek tek inceliyorum herkesi, gözlerimle ameliyat yapıyorum. Gözlerinde bir parça dahi umut ışığı bulamıyorum. Hayata dair hiçbir umutları kalmamış. Nasıl kalsın ki? Eğer yaşlandıysa bir insan tüm umutlarını, hayallerini çocukları ve torunları oluşturur. Ya onlar da yoksa? Huzurevi denen gerçekle baş başa işte. Huzur bunun neresindeyse...

18 Ekim 2015 Pazar

Pembeleşene Kadar Tugcelenmis Öğrencileri Çıldırtan ''Fettucini Alfredo Soslu Makarna''


     Bugün de sorumluluklarımdan kaçmak için vicdanım devredeydi: ''Ulen ne zamandır annenin gönlünü yapmıyorsun; gir mutfağa, yaparsın yine ne yapacaksan, ANNEN diyorum ANNEN. Ondan önemli yani sorumlulukların, 'iyi peki sn blrSin!''' şeklinde konuştu durdu. 

     Benim vicdan melek mi şeytan mı bilemedim ama tam yerinden vurmuştu. Annem'den!

14 Ekim 2015 Çarşamba

Sosyal Medyacı'lar Buraya!

Salih Seçkin Sevinç'in Bir Güzel ''Pazarlama İletişimi'nde Sosyal Medya'' Kitabı 


  Bir Halkla İlişkilerci olarak Sosyal Medya'yla ciddi düşündüğümden daha önceki yazılarımda bahsetmiştim, bilyorsunuz. Giriş yazıma beni çok mutlu ederek Salih Seçkin Seviç'ten yorum da geldiğine göre Sosyal Medya da bana abayı yakacak gibi duruyor. :)

 Bu dönemde bir kitapsever olarak sektörel kitaplara eğilimim artmış bulunmakta. Edebiyatı bir müddet aldatacağım, ama ziyanı yok, bunlar da lazım.

  Bu kitap Salih Seçkin Seviç'in ilk kitabı. Ben ikinci kitabını başta olmak üzere iki kitabını da okudum. Bir müddet baş ucumdan ayırmayacağım sanırım kitaplarını; çünkü ikisi de muazzam! 
 Öncelikle, Salih Seçkin Seviç, akademik kitap yazarlarını utandırıyor bu kitabında; sıkıcılıktan çok ötede çünkü. Sosyal Medya'cı ruhundan gelen esintiyle sürüklüyor insanı, yüzünüzü güldürüyor, yeri geldiğinde ayarı veriyor. Kendinizi bir Twitter'da bir Instagram'da bir Facebook'ta geziniyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Ve tabii güzelliği, tüm bunları yaparken öğretiyor, iteliyor oluşu. Okurken ara ara karnınız acıkıyor ve kendinizi çiğ köfte söylerken buluyorsunuz, çünkü Salih Seçkin Seviç tam bir harbiyiyen! Harbiyiyorum.com sitesi sahibi ve yazarı kendisi. 

  Sosyal Medya Kullanıcılarını ikiye ayırdığı sevdiğim bir kısımdan alıntılayarak başlayacağım:

  ''İyi de arkadaşım hayatındaki en lezzetli reçeli ekmeğine sürüp yiyorsa bundan bana ne, ya da bir arkadaşım Alaçatı'da bir sörf hocası arıyorsa işimin ortasında bunu öğrenmemin bana ne yararı var?'' diyen Sosyal Medya'yı anlamamış anlamadığı için de nasıl kullanacağını bilmediğinden nasıl davranacağını da bilmeyenleri birinci gruba, arkadaşlarının tüm bu paylaşımlarını lehine kullanmasını bilen Sosyal Medya'yı özümsemiş kişiler olarakta ikinci gruba ayırıyor kullanıcıları.  Benim de üzerinde düşündüğüm konulardan biriydi bu. Mesela ben bir diğer arkadaşımın paylaştığı kivili keke;  farklı bir öneri, akşam yemeği fikri, kek kültürümün genişlemesi olarak bakarken, bir diğer arkadaşım görgüsüzlük olarak bakıyor. Hadi canım. Hatta hadi canım sen de! Nihayetinde akşama kadar gezdiğimiz sitelerde onlarca yiyecek fotoğrafıyla karşılaşıyoruz değil mi? Bir farkı olmadığını düşünüyorum arkadaşlarımızın yaptığının da. Ha yine komşumuza bir parça kivili kek götüreceksek üzerini kapatır öyle götürürüz, o ayrı. O apayrı.



  Ufuk açan başka bir kısmında ise lafı çok güzel bir yere getiriyor Seviç; Facebook'ta zaman geçiren çalışanın aslında zaman öldürmediğinden , zamanı daha verimli kullandığından; kurumların kurumsal blog gibi bir gerçek varken hala vizyon-misyon kasan siteler oluşturmalarının yanlış olduğundan; özgeçmişlerimizin artık; son Twitter mesajımız, Facebook'taki yorumumuz, Instagram'daki  fotoğraflarımız, Youtube'da favorilere eklediğimiz videolar olduğundan bahsettiği bölümüyle ise can alıyor. Yoksa sizin hala bir kurumsal blogunuz yok mu, web sitesi keşmekeşiyle uğraşanladan mısınız? Eğer öyleyse bu kitap tam size göre bir rehber. Elinizden tutacak, benim elimden tuttuğu gibi.

  Son kısmında öyle uygulamalar tavsiye ediyorki ben bizzat aydınlandım, kullanmamızı öğütlediği uygulamalardan dikkatimi en çok çekeni ise; ''Getglue''. Bu uygulamayla mekana değil; okuduğunuz kitaba, izlediğiniz filme, oynadığınız oyuna check in yapabiliyorsunuz. Ve bu sayede ilgi alanınızdan insanlarla etkileşim kurup önerilere açık hale geliyorsunuz. Güzel uygulama vallahi, Getglue'de buluşalım! 

   *Bu kitapla tanışmam yine Kreatif Canavar Sosyal Medya aşığı Mustafa Cıngı Hoca'm sayesinde oldu.(mustafacingi.com)  Daha birçok şeyi öğrenmem onun vesilesiyle oldu, hepsini ilerleyen zamanlarda tugceleyeceğim.   Ancak şimdilik kaçıyorum. Hava enfes görünüyor ve ben dün sözleştiğim, muhabbetine doyamadığım bir dostumla kahve içeceğim. Muhabbetle! :)




  


4 Ekim 2015 Pazar


 #Yolgünlüğüm3

 Nazım Hikmet Bana Hiç Yalan Söylemedi



   Başka bir şey istesem olurmuş. Belki de olmazdı bilmiyorum, biraz felsefik şeyler okudum ve kader kahpe kader... Bakmayın böyle sitemkar sözler ettiğime hala ''güzel günler göreceğimize inanan '' bir ufuk seyircisiyim. #NazımHikmet bana hiç yalan söylemedi. Size söyledi mi? Hiç yalan söylememiş birine çocuk gibi inanırım. Çekip gidenlere güvenirim bir de. Dönmeyecekleri güven doludur... ''Hoşçakal'' derler ve giderler. ''
Yokkummm diyyoooorr.'' dersin, sonra devam bir şekilde. Ne kadar net, net ne kadar güzel!

  Kötü giden şeyler için ellerimi semaya açmaktan başka bir şey gelmiyorsa elimden; gözüme sokulan kötüyü iteleyip iyiyi görmeye çalışıyorum. Kimileri buna ''polyannacılık'' diyor. Bundan hoşlanmıyorum; bu bir direnme biçimidir.

   Büyük hayaller kurdum hep. Azla yetinemediğimden değil, Yaradan'ın hudutsuzluğunu bildiğimden... Büyük hayal kırıklıklarım oldu bu yüzden. Umuttan mı hayal kırıklığı doğdu, hayal kırıklığından mı umut doğdu bilmiyorum. Bildiğim bir şey var; tüm zıtlıklar birbiriyle yer değiştirerek hayatımıza müdahil olmak zorunda. Kaldır ellerini ve teslim ol sessizce. Bu sahiden benim bildiğim tek şey olabilir. İstediğim yağmurdu bu arada; bi' saate kalmadan hava kapandı. Ertesi saat yağmur film izlediğim esnada camı darmaduman edercesine yağdı. Bereket olsun, alsın götürsün ruhumuzdaki tüm kirlilikleri. İçimizde yalnızca ertesi gece daha çok yıldız görmek isteyişimizin hırsı kalsın. Yoksa da herkes böyle bir hırs edinsin lütfen. #KüçükPrens ağznın tadını bilmiyor olamaz zira. Alınır evcilleştiği yerden, aman ha! :)


#YolGünlüğüm2

    Tamam... Bitti... Kapatıyoruz... Uzatma...

    Yaz'ın Sonbahar'a devir teslimine bizzat Fethiye'de gözlerimizle şahit olduk. Son günlerde denizden biz çıkmasak deniz bizi atıyordu kıyıya. Bulutlar göz dağı veriyordu; Tamam... Bitti... Kapatıyoruz... Uzatma.... Dinler miyiz? Elbette hayır. ''Gönder gelsin'' dedik. Yaşadık payımıza düşenleri layıkıyla. Yaşamayıp n'apacaktık hem, bir yaz boyu stajda tatil hayali kurmuştum. Bir fırsatını bulup kaçmayı düşlemiştim hep. Böylesine tatil istediğim bir yaz daha yoktu yani.  
  
    Tatilin en keyifli günlerinden biri de şüphesiz binbir macerayla katılmayı son anda başardığımız ve sonrasında yine bitmeyen maceralarla dolu Jeep Safari turuydu. Turla birlikte depremle oluşmuş Türkiye'nin en büyük Kanyonu olan devasa Saklıkent, eski uygarlık şehri Thros, Doğal park alanı Yakapark, Karaçay'da Rafding, arınmış ve doğal killi kumdan en nefisinden çamur banyosu,ve son olarak Türkiye'nin en uzun sahiline sahip Patara Plajı'nda gün batımı seyri yapılacaktı. Bu tura o gün katıldık katıldık, ertesi günler yağmurlu olacaktı.
  Tura katılacağımız gün sekiz buçukta tur şirketinin önünde olmalıydık tüm turistlerle birlikte, heyhat! Saat zaten uyandığımızda sekiz buçuktu. Otelden çıktık bir yarım saat kadar da akşam görüştüğümüz tur şirketini aradık. Nihayet şirketi bulduğumuzda jeepler çoktan hareket etmişti tabiiki. Sağlık olsun, tatilde de dakik olunmazki dedik atladık taksiye. Beş jeeplik turist kafilesini yarım saat durdurttuk ve beklettik. Biz bu arada taksiyle yatişmeye çalışıyoruz. Vardığımızda on dakika kadar mola vermişlerdi. Apar topar yerimizi aldık. Onca insan iki serserinin gelmesini bekledi. Aralarında Alman da vardı en çok ona üzüldüm bak. :) 

 Nasıl sevinçliyiz sorma, hem görmek için can attığımız yerleri eğlenceli bir turla gezeceğiz hem de son dakika yetiştik, ayrı bir keyif kattı bu da işe. Yanımızda bize eşlik eden bir genç rehber vardı. Sanırım üç aydır aralıksız Fethiye turu yapıyor, ''yine mi siz, yine mi tur'' dercesine bakıyordu etrafa. Ondan hemen sıyrıldık, kendimizi gözleri parlayan, son derece sempatik tavırlar sergileyen rehberin yanına attık. Arkadaş olduk, ve bir yeri gezmenin ve öğrenmenin en güzel yolunun, gezdiğiniz yerin yerlisi bir arkadaş edinmeniz olduğuna garanti verebilirim.

 Beş jeep düştük yola, bir de jeeplerin her birine su tabancaları dağıtıyorlarmış, esprisi oymuş jeep turun. Bir de tabii damacana damacana su koydular. Aman Allah'ım! Hiç keyif almam ben deniz dışında ıslatmaktan ve ıslatılmaktan. Gel gör ki gidene kadar durdurumadık hiçbir turisti. Bir de çantama sandviç yapıp koynuştum ara sıra onu emikliyorum. Hedef alındıkça, ''Ya sıkmasana eppek yiyorum ıslanacak'' dedimse de dinletemedim çünkü su savaşı yapmaya meyilli ve pek azimli arkadaşlarımız İngiliz'di. Biz Türk'ler ağzımızı bir sağa bir sola ayırarak gitmeyi daha çok sevdik her zaman.

  Önümüzde oturan kadınsa arkasını dönüp sürekli brifing veriyordu.ve yine döndü dedi ki; Ayh İngilizlerin Pub'dan başka neleri var, eğlenmeye yer arıyorlar burada. (kahkihkoh.) Ezdi İngilizleri.


 Gelirken otobüste bize de bir japon denk geldi. Kıpır kıpır, bir kitap okuyor, bir dizi izliyor, bir cips yiyor, hiçbir şey yapmazsa hop oturuyor hop kalkıyor. Biz de Bilge'yle yorgun halimizle uzun müddet çocuğu boş boş izledikten sonra, ''kesin sorunlu bu hiperaktif'' dedik. ezdik Japon'u. Rahatlattık kendimizi. Sonra halimizi dışardan seyredip bastık kahkahayı.


   Ne kadar ezen bir milletiz dedim, meylimiz ne çok yaftalamaya. Her şeye bir yorumumuz var. Doğuştan gelen kimliğimizden duyduğumuz egomuzun, özgüvenimizin gereksizliği ne çok. Ben de eleştirdim şu an evet, Ama bu kez işaret parmağımız dışındaki parmaklarımızın gösterdiğini, kendimizi.
  



  

#Yol Günlüğüm1

Fethiye Salı Pazarı'nda Bir Ananas Bir Elma

   Pazarlarla aramda önlenemez bir bağ var. Tatilde olmam pazarla aramdaki bağın kuvvetini azaltmadı. Aldık bez çantalarımızı Fethiye Salı Pazarı'nda bulduk kendimizi yol arkadaşım, ruhu ruhuma dengim Bilge'yle. Bir de ben biraz oburum, öğünler dışında elimden meyve düşse kuruyemiş düşmez. Bunu gören iktisatçı arkadaşım durur mu, beni aldı pazara getirdi, ''seninle bu gidişle tatilin sonunu galiba göremeyeceğiz '' diyerek. Yol arkadaşım Bilge de benim gibi normalde ama bir şans halidir iştahı pek yoktu tatilde. Şans dedim evet, öğrencilik hali malum... :) 


   Yine bir gün cafe oturmamızda waffle'da kivi yerine muz kullanıldığını görünce ''kivi dokuz lira, muz beş lira çünkü o yüzden'' açıklamamı ve içtiğimiz churchill'deki limonun saf limon değil limon suyu olduğunu anladığımda, ''tabii limon yedi lira, limon suyu iki lira'' şeklinde  peşpeşe açıkladığımı gören bir arkadaşım, ismini vermemde bir sakınca yok, hazırcevap Zeki; '' Pazar'da mı çalıyon sen hayırdır :)'' diye takılmıştı Fiyatlar konusunda bilgi sahibi olmamın günahımı alıyorsunuz Kayserili olmamla bir ilgisi yok. Biraz olabilir, tamam. :)  Pazar seviyorum ben ama en çok. Pazarda incire olan aşkımdan gözlerimde kalp çıkıp, alıcı gözle bakınca abinin farkedip, ''ablam incir çok güzel tadına bak'' demesinden, beni gafil avlamasından hoşlanıyorum. Ben domatese bakarken, bi' ablanın yaklaşıp kulağıma ''ilerdekinde daha taze'' demesinden hoşlanıyorum.


    Üzüm, incir gibi belli başlı meyvelerimizi ve kuruyemişlerimizi bez çantalarımıza doldurduk ve muazzam taze börülcelerin, avakadoların bakışları arasında otelimizin yolunu tuttuk. 


   Bu pazarda tabir-i caizse sucuk gibi olduk. Beş meşhur din adamımıza sorduk ve ''sucuk'' demek caizdir cevabını aldık. Artık müsterihim. Yağmur kendini yenemedi çadırların üzerinden, aralarından üzerimize şar diye boşaldı. Yine de oflayıp puflamadık. Varsın bozulsun saçımız ve ıslansın elbisemiz. Çirkinken de güzeliz. Güzelsiniz, güldüğünüz müddetçe...


  Şarkılar söyledik, elmamızı ısırarak geçtik gittik buralardan. Hayat sahiden kabullenip tadını bir şekilde çıkarınca çok güzel.



   


2 Ekim 2015 Cuma

Veee nihayet yayındayım :)

Uzun zamandır düzensiz bir şekilde içindeyim aslında blog dünyasının. Yaklaşık beş yıldır ''sarkisibeyaz'' isimli bir edebiyat blogu ve ''tugcesahbaz'' isimli bir fotoğraf blogu kullanıcısıydım. Fakat bir türlü ayrı gayrı yaptığım işler beni tatmin etmiyordu. Bu yüzden tutku duyacağım ve beni tatmin edecek bir şey yapana dek uzunca bir süre ara verdim yayın hayatıma. Uzun arayışlar sonunda, ''ne istiyorum'' sorusunun cevabını ''ne istemiyorum''da buldum. Ben niş olmak istemiyormuşum meğer, sınırlanmak istemiyormuşum. Ben niş değilmişimki blogum niş olsunmuş.
  Ve derhal tutkumun tozunu alıp ''tugceliyorum'' isimli blogumu açtım. Burada hoşlandığım, ilgilendiğim, yaşadığım, yaşattığım, okuduğum, izlediğim, gezdiğim, hislenip paylaşmak istediğim tüm lakırtılarımı tugceliyor olacağım. Ve ilk kez #blog kullanacakmışçasına heyecanlıyım sevgili okur, zangır zangır. Elimden tut. :)

  Kendimi bildim bileli yazarak ifade etme ihtiyacı duydum hep, yazdım. Cin Ali'nin tadını aldığımdan beri okurum. Altı yıldır fotoğraf çekiyorum; antikalaşmış bir makinam var. Gezerim imkan buldukça ve imkan çoğunlukla bulunmuyor hayatta... Yemek yemek, aman Allah'ım! yapmakla birlikte efsane severim. Çizerim bazen bir şeyler ve onları boyarım. Bakarım güzel şeylere. Tüm yeşil yapraklı ve çiçekli canlıları canım gibi severim. Merak ederim sürekli, arayınca dönün hemen. :) Sosyal Medya'yla ciddi düşünüyorum uzundur. O da bana karşı boş değildir umarım. Bir de bahsettiğim tüm uğraşlarımı ''kendimce'' ve ''sevdiğim'' için yaparım. Hatırlayın, ne der sevdiğimiz abilerden Sait Faik;

        ''...Sevmekle başlar her şey...''


    Yaşam, acı ve tatlı anı biriktirme halidir benim için. Varsa anılaşmaya değer bir şey yürürüm o yolda. Bazen bilerek, çoğu zaman bilmeden. Ve yaşamıma anı katan herkesten bir şeyler bulunur hikayelerimde. Paylaşımlarımın çoğu zaman içeriği olacak ''an'' paylaşımcılarıma minnetler.

   Gelmek isterseniz benimle, buralarda tuğçeliyor olacağım. Şimdiden muhabbetle...




Special thans to #salihseçkinsevinç :) Yazdığı tüm kitapları rehberim oldu bu süreçte. #harbiyiyorum sitesi yazarı ve sahibi Salih Seçkin Sevinç'e kitapları ve güzel üslubundan dolayı teşekkürler. Sen her zaman harbi ye, harbi yaz, teşfikçi kuvvet güzel insan!