Yonlendir
27 Ekim 2015 Salı
"Gülümsemeden geçen bir gün boşa geçmiştir." diyen Chaplin beni bağlamaz. Severim Chaplin'i ama bu sözü beni hiç bağlamaz. Kusursuz mutluluğun bulunabileceğini iddia eden ve umut tacirliği yapan kişisel gelişim kitapları da beni bağlamaz. Yaşam tüm zamanlardan asık suratlı geçen zamanların çıkmasıyla ikiye bölünüp mutluluğun kalmasından ibaret değildir.
22 Ekim 2015 Perşembe
Huzur?evi ziyareti
” Kendi evin gibi olmuyor kızım, ağırlayamadım sizi; şekerim, kolonyam yok; kusura bakmayın.” Huzurevindeki Hikmet Teyzenin titreyen dudaklarından süzülen, içinde aradığım her şeyi bulduğum ansiklopedi minvalinde bir söz bu. Yaşamdan çıkarmam gereken tüm dersleri buket yapıp elime tutuşturuyor Hikmet Teyze. Hazıra konuyorum biraz. Ama ne hazır! Dumura uğradığın, birisi çıksın ve ''hepsi sadece bir şakaydı'' desin istediğin anlar vardır. Kimse çıkmaz. Kimse de yerin dibine girip çıkan duygularının elinden tutmaz. Her şey lök gibi gerçektir o anlarda.
'Teyzecim halin vaktin nicedir?' diyorum.' İyiyim kızım çok şükür, sabahları tansiyonum düşüyor sadece, iyiyim.' diyor. Beyninde ur varmış... Ve bu yüzden sol eli zangır zangır titriyor. Buna rağmen 'iyiyim, çok şükür...'
Konuyu değiştirmek istiyor. ‘Dolabımda kola, bisküvi var durun ikram edeyim’ diyor. Dolabının kilidi kaybolmuş. ‘Yine çalınmış kuzularım’ diye dönüyor. O özürleniyor, ben mahvoluyorum...
Arkadaşlarının yanına götürmek istiyor bizi.’Bakın kızlarım ziyarete gelmiş bana’ diye sevinçle açıyor her kapıyı. Ellerini öpüp bayramlarını kutluyoruz, şeker tutuyoruz. Kimisi şeker hastası olduğundan bakıcıları müdehale ediyor. Eriyorum o anlarda.
Kat aralarına fileler çekilmiş boydan boya. Balkonlar desen, orası da öyle. Üç katlı bir bina ve içerisinde terkedilmiş yaşamların bulunduğu odalar... Kimisi on yıldır orada, kimisi on sekiz yıldır. Dile kolay, on sekiz yıl...
Tek tek inceliyorum herkesi, gözlerimle ameliyat yapıyorum. Gözlerinde bir parça dahi umut ışığı bulamıyorum. Hayata dair hiçbir umutları kalmamış. Nasıl kalsın ki? Eğer yaşlandıysa bir insan tüm umutlarını, hayallerini çocukları ve torunları oluşturur. Ya onlar da yoksa? Huzurevi denen gerçekle baş başa işte. Huzur bunun neresindeyse...
Etiketler:
erkilet,
huzurevi,
kayseri,
tugceliyorum,
ziyaret
18 Ekim 2015 Pazar
Pembeleşene Kadar Tugcelenmis Öğrencileri Çıldırtan ''Fettucini Alfredo Soslu Makarna''

Benim vicdan melek mi şeytan mı bilemedim ama tam yerinden vurmuştu. Annem'den!
14 Ekim 2015 Çarşamba
Sosyal Medyacı'lar Buraya!
Salih Seçkin Sevinç'in Bir Güzel ''Pazarlama İletişimi'nde Sosyal Medya'' Kitabı
Bir Halkla İlişkilerci olarak Sosyal Medya'yla ciddi düşündüğümden daha önceki yazılarımda bahsetmiştim, bilyorsunuz. Giriş yazıma beni çok mutlu ederek Salih Seçkin Seviç'ten yorum da geldiğine göre Sosyal Medya da bana abayı yakacak gibi duruyor. :)
Bu dönemde bir kitapsever olarak sektörel kitaplara eğilimim artmış bulunmakta. Edebiyatı bir müddet aldatacağım, ama ziyanı yok, bunlar da lazım.
Bu dönemde bir kitapsever olarak sektörel kitaplara eğilimim artmış bulunmakta. Edebiyatı bir müddet aldatacağım, ama ziyanı yok, bunlar da lazım.
Bu kitap Salih Seçkin Seviç'in ilk kitabı. Ben ikinci kitabını başta olmak üzere iki kitabını da okudum. Bir müddet baş ucumdan ayırmayacağım sanırım kitaplarını; çünkü ikisi de muazzam!
Öncelikle, Salih Seçkin Seviç, akademik kitap yazarlarını utandırıyor bu kitabında; sıkıcılıktan çok ötede çünkü. Sosyal Medya'cı ruhundan gelen esintiyle sürüklüyor insanı, yüzünüzü güldürüyor, yeri geldiğinde ayarı veriyor. Kendinizi bir Twitter'da bir Instagram'da bir Facebook'ta geziniyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Ve tabii güzelliği, tüm bunları yaparken öğretiyor, iteliyor oluşu. Okurken ara ara karnınız acıkıyor ve kendinizi çiğ köfte söylerken buluyorsunuz, çünkü Salih Seçkin Seviç tam bir harbiyiyen! Harbiyiyorum.com sitesi sahibi ve yazarı kendisi.
Sosyal Medya Kullanıcılarını ikiye ayırdığı sevdiğim bir kısımdan alıntılayarak başlayacağım:
''İyi de arkadaşım hayatındaki en lezzetli reçeli ekmeğine sürüp yiyorsa bundan bana ne, ya da bir arkadaşım Alaçatı'da bir sörf hocası arıyorsa işimin ortasında bunu öğrenmemin bana ne yararı var?'' diyen Sosyal Medya'yı anlamamış anlamadığı için de nasıl kullanacağını bilmediğinden nasıl davranacağını da bilmeyenleri birinci gruba, arkadaşlarının tüm bu paylaşımlarını lehine kullanmasını bilen Sosyal Medya'yı özümsemiş kişiler olarakta ikinci gruba ayırıyor kullanıcıları. Benim de üzerinde düşündüğüm konulardan biriydi bu. Mesela ben bir diğer arkadaşımın paylaştığı kivili keke; farklı bir öneri, akşam yemeği fikri, kek kültürümün genişlemesi olarak bakarken, bir diğer arkadaşım görgüsüzlük olarak bakıyor. Hadi canım. Hatta hadi canım sen de! Nihayetinde akşama kadar gezdiğimiz sitelerde onlarca yiyecek fotoğrafıyla karşılaşıyoruz değil mi? Bir farkı olmadığını düşünüyorum arkadaşlarımızın yaptığının da. Ha yine komşumuza bir parça kivili kek götüreceksek üzerini kapatır öyle götürürüz, o ayrı. O apayrı.
Ufuk açan başka bir kısmında ise lafı çok güzel bir yere getiriyor Seviç; Facebook'ta zaman geçiren çalışanın aslında zaman öldürmediğinden , zamanı daha verimli kullandığından; kurumların kurumsal blog gibi bir gerçek varken hala vizyon-misyon kasan siteler oluşturmalarının yanlış olduğundan; özgeçmişlerimizin artık; son Twitter mesajımız, Facebook'taki yorumumuz, Instagram'daki fotoğraflarımız, Youtube'da favorilere eklediğimiz videolar olduğundan bahsettiği bölümüyle ise can alıyor. Yoksa sizin hala bir kurumsal blogunuz yok mu, web sitesi keşmekeşiyle uğraşanladan mısınız? Eğer öyleyse bu kitap tam size göre bir rehber. Elinizden tutacak, benim elimden tuttuğu gibi.
Son kısmında öyle uygulamalar tavsiye ediyorki ben bizzat aydınlandım, kullanmamızı öğütlediği uygulamalardan dikkatimi en çok çekeni ise; ''Getglue''. Bu uygulamayla mekana değil; okuduğunuz kitaba, izlediğiniz filme, oynadığınız oyuna check in yapabiliyorsunuz. Ve bu sayede ilgi alanınızdan insanlarla etkileşim kurup önerilere açık hale geliyorsunuz. Güzel uygulama vallahi, Getglue'de buluşalım!
*Bu kitapla tanışmam yine Kreatif Canavar Sosyal Medya aşığı Mustafa Cıngı Hoca'm sayesinde oldu.(mustafacingi.com) Daha birçok şeyi öğrenmem onun vesilesiyle oldu, hepsini ilerleyen zamanlarda tugceleyeceğim. Ancak şimdilik kaçıyorum. Hava enfes görünüyor ve ben dün sözleştiğim, muhabbetine doyamadığım bir dostumla kahve içeceğim. Muhabbetle! :)
4 Ekim 2015 Pazar

#Yolgünlüğüm3
Nazım Hikmet Bana Hiç Yalan Söylemedi
Başka bir şey istesem olurmuş. Belki de olmazdı bilmiyorum, biraz felsefik şeyler okudum ve kader kahpe kader... Bakmayın böyle sitemkar sözler ettiğime hala ''güzel günler göreceğimize inanan '' bir ufuk seyircisiyim. #NazımHikmet bana hiç yalan söylemedi. Size söyledi mi? Hiç yalan söylememiş birine çocuk gibi inanırım. Çekip gidenlere güvenirim bir de. Dönmeyecekleri güven doludur... ''Hoşçakal'' derler ve giderler. ''
Yokkummm diyyoooorr.'' dersin, sonra devam bir şekilde. Ne kadar net, net ne kadar güzel!

Büyük hayaller kurdum hep. Azla yetinemediğimden değil, Yaradan'ın hudutsuzluğunu bildiğimden... Büyük hayal kırıklıklarım oldu bu yüzden. Umuttan mı hayal kırıklığı doğdu, hayal kırıklığından mı umut doğdu bilmiyorum. Bildiğim bir şey var; tüm zıtlıklar birbiriyle yer değiştirerek hayatımıza müdahil olmak zorunda. Kaldır ellerini ve teslim ol sessizce. Bu sahiden benim bildiğim tek şey olabilir. İstediğim yağmurdu bu arada; bi' saate kalmadan hava kapandı. Ertesi saat yağmur film izlediğim esnada camı darmaduman edercesine yağdı. Bereket olsun, alsın götürsün ruhumuzdaki tüm kirlilikleri. İçimizde yalnızca ertesi gece daha çok yıldız görmek isteyişimizin hırsı kalsın. Yoksa da herkes böyle bir hırs edinsin lütfen. #KüçükPrens ağznın tadını bilmiyor olamaz zira. Alınır evcilleştiği yerden, aman ha! :)
#YolGünlüğüm2
Tamam... Bitti... Kapatıyoruz... Uzatma...
Yaz'ın Sonbahar'a devir teslimine bizzat Fethiye'de gözlerimizle şahit olduk. Son günlerde denizden biz çıkmasak deniz bizi atıyordu kıyıya. Bulutlar göz dağı veriyordu; Tamam... Bitti... Kapatıyoruz... Uzatma.... Dinler miyiz? Elbette hayır. ''Gönder gelsin'' dedik. Yaşadık payımıza düşenleri layıkıyla. Yaşamayıp n'apacaktık hem, bir yaz boyu stajda tatil hayali kurmuştum. Bir fırsatını bulup kaçmayı düşlemiştim hep. Böylesine tatil istediğim bir yaz daha yoktu yani.

Tura katılacağımız gün sekiz buçukta tur şirketinin önünde olmalıydık tüm turistlerle birlikte, heyhat! Saat zaten uyandığımızda sekiz buçuktu. Otelden çıktık bir yarım saat kadar da akşam görüştüğümüz tur şirketini aradık. Nihayet şirketi bulduğumuzda jeepler çoktan hareket etmişti tabiiki. Sağlık olsun, tatilde de dakik olunmazki dedik atladık taksiye. Beş jeeplik turist kafilesini yarım saat durdurttuk ve beklettik. Biz bu arada taksiyle yatişmeye çalışıyoruz. Vardığımızda on dakika kadar mola vermişlerdi. Apar topar yerimizi aldık. Onca insan iki serserinin gelmesini bekledi. Aralarında Alman da vardı en çok ona üzüldüm bak. :)
Nasıl sevinçliyiz sorma, hem görmek için can attığımız yerleri eğlenceli bir turla gezeceğiz hem de son dakika yetiştik, ayrı bir keyif kattı bu da işe. Yanımızda bize eşlik eden bir genç rehber vardı. Sanırım üç aydır aralıksız Fethiye turu yapıyor, ''yine mi siz, yine mi tur'' dercesine bakıyordu etrafa. Ondan hemen sıyrıldık, kendimizi gözleri parlayan, son derece sempatik tavırlar sergileyen rehberin yanına attık. Arkadaş olduk, ve bir yeri gezmenin ve öğrenmenin en güzel yolunun, gezdiğiniz yerin yerlisi bir arkadaş edinmeniz olduğuna garanti verebilirim.

Önümüzde oturan kadınsa arkasını dönüp sürekli brifing veriyordu.ve yine döndü dedi ki; Ayh İngilizlerin Pub'dan başka neleri var, eğlenmeye yer arıyorlar burada. (kahkihkoh.) Ezdi İngilizleri.
Gelirken otobüste bize de bir japon denk geldi. Kıpır kıpır, bir kitap okuyor, bir dizi izliyor, bir cips yiyor, hiçbir şey yapmazsa hop oturuyor hop kalkıyor. Biz de Bilge'yle yorgun halimizle uzun müddet çocuğu boş boş izledikten sonra, ''kesin sorunlu bu hiperaktif'' dedik. ezdik Japon'u. Rahatlattık kendimizi. Sonra halimizi dışardan seyredip bastık kahkahayı.
Ne kadar ezen bir milletiz dedim, meylimiz ne çok yaftalamaya. Her şeye bir yorumumuz var. Doğuştan gelen kimliğimizden duyduğumuz egomuzun, özgüvenimizin gereksizliği ne çok. Ben de eleştirdim şu an evet, Ama bu kez işaret parmağımız dışındaki parmaklarımızın gösterdiğini, kendimizi.
#Yol Günlüğüm1
Fethiye Salı Pazarı'nda Bir Ananas Bir Elma

Yine bir gün cafe oturmamızda waffle'da kivi yerine muz kullanıldığını görünce ''kivi dokuz lira, muz beş lira çünkü o yüzden'' açıklamamı ve içtiğimiz churchill'deki limonun saf limon değil limon suyu olduğunu anladığımda, ''tabii limon yedi lira, limon suyu iki lira'' şeklinde peşpeşe açıkladığımı gören bir arkadaşım, ismini vermemde bir sakınca yok, hazırcevap Zeki; '' Pazar'da mı çalıyon sen hayırdır :)'' diye takılmıştı Fiyatlar konusunda bilgi sahibi olmamın günahımı alıyorsunuz Kayserili olmamla bir ilgisi yok. Biraz olabilir, tamam. :) Pazar seviyorum ben ama en çok. Pazarda incire olan aşkımdan gözlerimde kalp çıkıp, alıcı gözle bakınca abinin farkedip, ''ablam incir çok güzel tadına bak'' demesinden, beni gafil avlamasından hoşlanıyorum. Ben domatese bakarken, bi' ablanın yaklaşıp kulağıma ''ilerdekinde daha taze'' demesinden hoşlanıyorum.
Üzüm, incir gibi belli başlı meyvelerimizi ve kuruyemişlerimizi bez çantalarımıza doldurduk ve muazzam taze börülcelerin, avakadoların bakışları arasında otelimizin yolunu tuttuk.
Bu pazarda tabir-i caizse sucuk gibi olduk. Beş meşhur din adamımıza sorduk ve ''sucuk'' demek caizdir cevabını aldık. Artık müsterihim. Yağmur kendini yenemedi çadırların üzerinden, aralarından üzerimize şar diye boşaldı. Yine de oflayıp puflamadık. Varsın bozulsun saçımız ve ıslansın elbisemiz. Çirkinken de güzeliz. Güzelsiniz, güldüğünüz müddetçe...
Şarkılar söyledik, elmamızı ısırarak geçtik gittik buralardan. Hayat sahiden kabullenip tadını bir şekilde çıkarınca çok güzel.
2 Ekim 2015 Cuma
Veee nihayet yayındayım :)
Uzun zamandır düzensiz bir şekilde içindeyim aslında blog dünyasının. Yaklaşık beş yıldır ''sarkisibeyaz'' isimli bir edebiyat blogu ve ''tugcesahbaz'' isimli bir fotoğraf blogu kullanıcısıydım. Fakat bir türlü ayrı gayrı yaptığım işler beni tatmin etmiyordu. Bu yüzden tutku duyacağım ve beni tatmin edecek bir şey yapana dek uzunca bir süre ara verdim yayın hayatıma. Uzun arayışlar sonunda, ''ne istiyorum'' sorusunun cevabını ''ne istemiyorum''da buldum. Ben niş olmak istemiyormuşum meğer, sınırlanmak istemiyormuşum. Ben niş değilmişimki blogum niş olsunmuş.Ve derhal tutkumun tozunu alıp ''tugceliyorum'' isimli blogumu açtım. Burada hoşlandığım, ilgilendiğim, yaşadığım, yaşattığım, okuduğum, izlediğim, gezdiğim, hislenip paylaşmak istediğim tüm lakırtılarımı tugceliyor olacağım. Ve ilk kez #blog kullanacakmışçasına heyecanlıyım sevgili okur, zangır zangır. Elimden tut. :)
Kendimi bildim bileli yazarak ifade etme ihtiyacı duydum hep, yazdım. Cin Ali'nin tadını aldığımdan beri okurum. Altı yıldır fotoğraf çekiyorum; antikalaşmış bir makinam var. Gezerim imkan buldukça ve imkan çoğunlukla bulunmuyor hayatta... Yemek yemek, aman Allah'ım! yapmakla birlikte efsane severim. Çizerim bazen bir şeyler ve onları boyarım. Bakarım güzel şeylere. Tüm yeşil yapraklı ve çiçekli canlıları canım gibi severim. Merak ederim sürekli, arayınca dönün hemen. :) Sosyal Medya'yla ciddi düşünüyorum uzundur. O da bana karşı boş değildir umarım. Bir de bahsettiğim tüm uğraşlarımı ''kendimce'' ve ''sevdiğim'' için yaparım. Hatırlayın, ne der sevdiğimiz abilerden Sait Faik;
''...Sevmekle başlar her şey...''
Yaşam, acı ve tatlı anı biriktirme halidir benim için. Varsa anılaşmaya değer bir şey yürürüm o yolda. Bazen bilerek, çoğu zaman bilmeden. Ve yaşamıma anı katan herkesten bir şeyler bulunur hikayelerimde. Paylaşımlarımın çoğu zaman içeriği olacak ''an'' paylaşımcılarıma minnetler.
Gelmek isterseniz benimle, buralarda tuğçeliyor olacağım. Şimdiden muhabbetle...
Special thans to #salihseçkinsevinç :) Yazdığı tüm kitapları rehberim oldu bu süreçte. #harbiyiyorum sitesi yazarı ve sahibi Salih Seçkin Sevinç'e kitapları ve güzel üslubundan dolayı teşekkürler. Sen her zaman harbi ye, harbi yaz, teşfikçi kuvvet güzel insan!
Kaydol:
Yorumlar (Atom)