Polonya'dan mektup var!
Berna Cihan. Blogumuza erasmus yaptığı Polonya'dan katılıyor. Onu biricik abimiz Salih Seçkin Sevinç için çektiğimiz tatlış videomuzdan da tanıyorsunuz. Yarım dönem gideceğim diye çıktı yola, uzattı yaklaşık bir yıldır Polonya'da. Yurda dönmesine yaklaşık yirmi gün var neyseki. Orada öyle güzel zamanlar geçiriyor ve öyle faydalı bir süreç yaşıyor ki buna yakından tanık olan biri olarak kayıtsız kalamadım. Size yaşadıklarını tecrübelerini o şeker diliyle aktarsın istedim. Hazırsanız söz Berna'da. :)![]() |
Berna Cihan,Erciyes Üniversitesi, Radyo Sinema Televizyon |
Sevgili Erasmus yolcusu
Elinde kağıtlar, oraya buraya koşturup imza dilenmekten bıktın, biliyorum.
Süreç daha da uzayabilir, canını daha çok sıkabilir, hiç yalan söylemeyeceğim.
Ama öncelikle sana
“Sonunda bitti cennetteyim artık!” dedirtecek üç muazzam andan
bahsetmek istiyorum.
Birincisi bütün Erasmus evraklarını tamamlayıp, uluslararası ofisten son imzayı aldığın gün... İkincisi tÜm vize işlemlerini halledip; evine
postalanan pasaportunu aldiğin gün...
“Nasil yani? Ben öylesine başvurmuştum.
Gidiyor muyum simdi ciddi ciddi?” düşünceleri kafanda uçuşurken, bir yandan ucuz uçak bileti kovalamalar, valiz hazırlamalar…
Üçüncüsü ise kişisel favorim, hayatında ilk defa uçağa
Erasmus dolayısıyla binen birinin, tarifsiz ruhsal kondisyonu… Uçak pistten ayrılırken gözümde anılar,
gerideki ailem, arkadaşlarım ve önümde dibini göremediğim uçsuz bucaksız bir
okyanus… Serüvenlerle dolu.
Esenboga’ da ailemle vedalastiktan sonra icimde korku ama ayni zamanda heyecan uyandiran saatler basladi. Ucaga bir
giriyorsun, Cinlisinden Hintlisine her
milletten insan orada. Baska bir ulke hissini ilk yasadigim yer, benim icin
buyuk bir dunyanin kapilarina uzanan basamak olan ucakti.
Bagajimi Esenboga’ da teslim ederken Varsova’ da
alacagimi belirttigim icin bagaj pesinde kosmama gerek yoktu. Bu nedenle tek
yapmam gereken; pasaport kontrolumu yaptirip, binis kapimi bulmakti. Yani ben
oyle saniyordum.
Sirtimda; 8 kilo olmasi gereken ancak cok rahat 15
kilo olan “EL” bagajimdan apar topar cuzdanimi buldum, paralari cikardim. Yurt
disinda Turk Lirasi ile ciklet bile alamayacagimi bildigimden, ucus gununden
birkac gun once tum parami Euro’ ya cevirmistim. Ancak Maliye Euro Kabul
etmemekteydi.
Varsova ucusunun kapisi degistirildi. Yeni kapiniz
107’ dir.” Anonsunu duydum.
107 ne demektir?
107 ne demektir?
107 sadece dil ile kolay soylenebilen sayidir. Çişin ve 15 kiloluk bagajinla uçusa 30 dakika kala kosabilecegin bir sayi degil.
Ama tıpkı Seyit Onbasi gibi uhrevi bir güç geldi bana
ve koştum. Filmlerdeki gibi kapi kapanisindan hemen onceki son yolcu olmayi
başardim. Ben de bir nevi Alamanciydim artik. Baslamak bitirmenin yarısıydi çünkü.
”Bindim!
Başardim! Gördün mu gümrük? Gördün mü Maliye? Gidiyorum ulan! Ne
getireyim size Polonya’ dan? Ehuehue...” Nidaları içimde cirit atıyordu.
Olayin vehametiyle en buyuk faktörü, çiş sorunsalını tamamiyla unutmuştum. O da inzivaya cekilmis gibi gorunuyordu. Ben de ucakta
tuvalete gitmek yerine, cok mantiklica(!) bir hareket olan; yerimi bulup,
oturmayi sectim. Bizim Ankara’ dan Kayseri’ ye giderken cam kenarina oturma
hastaligi olan teyzelerden ben de enfeksiyon kapmis olmaliyim ki, hayatimin
ikinci ucusunda da(ki kendisi ilkiyle ayni gun icindedir) cam kenarini tercih
etmistim. Cunku ilk kez ucuyordum ve Bulgaristan’ in yuz olcumu benim icin cok
onemli bir şeydi. Saymalıydım.
Ancak atladığım bir şey vardi. Ben bu hastaligi otobus
yolculuklarinda kaptigim icin uçakta kisilerin ucerli yan yana oturduklarini
hesap edemedim ve dolayisiyla eger tuvalete gitme girisiminde bulunursam
rahatsiz etmem gereken 2 kisi vardi. Tuvalet ise onemliydi. Cunku oturmami
firsat bilen çiş, yine iade-i ziyarete gelmisti.
Baska bir hastaligim ise, yolculuk esnasinda otobuste
bile yanimdaki yolcudan izin isteyip rahatsiz edememekti. Kaldi ki iki yolcu! Ben de Varsova’ ya kadar cisimi tutarak, bugun
kacincisi oldugunu bilemedigim dahiyane fikirlerime bir yenisini daha ekledim.
Yanimdaki Türk abiye sıkıştığımı caktirmamaya calisarak! Kendisi de yuksek lisans icin Lublin’ e gidiyormus.
Havalimanina indik, beraber bagajlarimizi aldik.
Buraya kadar her sey normal. Ardindan bu
arkadas “Ben bir sim kart duydum, Play’ mis adi. Gel alalim, ucuzmus.” gibi
cilginca bir oneride bulundu. Ben de çişim beynime nüfuz etmeye basladigindan:
“Dur hele iki dakika, bir su dokeyim aliriz.” diyemedim.
Gittik bir dukkana; ben saniyorum ki adam yuksek
lisans yapacak, ingilizceyi Birmingham aksaniyla konusuyordur. Sen hic agzini
acma dedim kendi kendime. Ama degilmis. Bir yarim dakika suren sessiz
bekleyisten sonra beyefendiden ses cikmayacagini fark edip basladim konusmaya.
Cunku hava kararmaya baslamisti ve yabanci bir ulkede yalniz kalmaktan daha
kotu bir sey varsa o da karanlik yabainci bir ulkede yalniz kalmakti.
Kasiyerin ingilizcesi yarim yamalak, benimki Allah’ a
emanet… Bir şekilde iletiştik. İletişimciyim ya ben, ondan hep.
Aldik kartlari, sanki su an en ihtiyacimiz olan sey
sim kartmis gibi, taktik telefonlara. Ardindan bu abi demesin mi: “Senin ingilizcen
iyi, benim otobusu bulmama yardim et.”
Haydi buyuuur… Tabi Türküm ben, durur muyum? “Aaa
tabiig ne demek!”
Tipe bak. Ulan sen Varsova’ nin muhtari misin? Nasil
yardim edeceksin? Ülkeden ayrilali taş çatlasa 3 saat olmuş, sen nereye kime
yardim ediyorsun?
Soz
agizdan cikti tabi, yakalayamadim da havada. Ben, çişim ve
su an bile adini bilmedigim No-English yuksek lisans abi: havalimanindan
ciktik, otobus terminalini gorduk. Hemen şoför bir abimize kostum, “Is this the
bus of Lublin?” dedim. Abi bana “Hooog?” dedi. Ben de guvercince konusmaya
basladim. Bilmeyenler icin guvercince: Bol el-kol hareketleriyle konusulan ve
garip sesler cikarilan, ozel isimlerin yazildigi gibi ve yuksek sesle telaffuz
edildigi dildir.
Abi: “Heee anladiiiim” sesleri cikardi guvercince. Ben
de bizim yuksek lisans oglana: “Haydi buyur, kazasiz belasiz.” Dedim. Atladi
gitti.
Birden bire cisim ve ben yine basbasa kalmistik. Saati
control ettim. “Eyvahlar olsun!” Tuvalete girersem Polski Bus’ in internetten
aldigim bileti yanacak. Yine kostum.
Tabi bu arada 175 numarali belediye otobusuyle metroya
ulasmam gerek, ancak otobus duragi nerede hicbir fikrim yok.
Gelene gecene ekskuuz mii, ekskuuz miii diyorum ama ya
ingilizce bilmiyorlar, ya da biliyorlar ama hepsinin acelesi var canina
yandigimin memleketinde.
Gozume bir dayi kestirdim. Soyle tiknaz, seyrek sacli…
dedim bu dayida civardaki her yeri bilen kiraathaneci tipi var, o bilir.
Ingilizce olmasa da en kotu guvercince anlasiriz.
Gittim sordum bu otobusu nasil bulabilirim diye. Dayi
bir elini kafasina bir elini beline koydu, bir saga dondu “Kurwa” dedi bir sola
dondu “Kurwa” dedi.
“Aha!" dedim istasyonun adi bu, adam da nerede
diye hatirlamaya calisiyor. Hemen tesekkur ettim ve oradan ayrildim. Cunku ben
bir Turktum ve gerekli enformasyonu aldiktan sonra puzzle’ in parcalarini
birlestirmek benim isimdi.
Kobra
Takibi’ ndeki gururumuz Alamanci polis Semih ciddiyeti ile duraklarda “Kurwa”
ismini aramaya basladim. Tabi cisim hala benimle. Canim benim. Vefakar iste.
Kobra Takibi, Tom ve Semih. Sagdaki
Semih.
Ben hala farkinda olmadan, yuksek sesle ”Kurwaa? Kurwaa???” diye durak ararken, insanlar da bu beyinsiz neden Kurwa diye tabelalara bagiriyor acaba surat ifadesiyle bana bakiyordu. Ancak hicbir yerde Kurwa Istasyonunu bulamadim. Tam oldugum yere kucuk abdestimi yapmak uzereydim ki, geldi gonlumun efendisi. 175... Tum ihtisamiyla onumde.
Attim
kendimi iceri. Bilet almak gerek haliyle; sofore soruyorum, pos biyik bana
Lehce yazilari gosteriyor boyle yapacaksin diye. Dayi ben Lehçe bilsem niye
sana Ingilizce sorayim? Zaten çişim başimdan aşkın!
Otobusten;
Irakli, Ingilizcesi gayet iyi olan, altin kalpli bir abi bana yardim etti.
Bileti aldim. Yetinmedi beni Metro istasyonuna kadar goturdu. Bileti nasil
alacagimi bir kez daha gosterdi. Tesekkur ettim, dagildik.
Metroya
bindim, inecegim duraği da biliyorum ama çıktıktan sonra ne yapacağıma dair en
ufak bir fikrim yok. Hemen gözüme iki valiz taşıyan bir kızı kestirdim. Çisin
en buyuk getirisi analitik düşünme kabiliyeti olsa gerek.
Usulca yanastim ve tipki Arif Susam gibi: ”Pardon, bir
dakika bakar misiniz?” dedim. “Tabi.” Dedi.
“Ummet Muhammed askina Polski Bus’ a gidiyorsan beni
de al yanina, bir de ne olur orada tuvalet var de bana!” dedim. Güldü, “Gel
benimle” dedi. (Ummet Muhammed askina Ingilizcede nasil soylenir: For ummah’s,
Mohammad’s sake)
Bu ablamız; Varşova çıkışlı, Dagadana isimli bir
Polonya folk müzik grubu solistiymiş. Bana gruplarının fotoğrafı basili bir
kartpostal verdi, konserlerine davet etti. Öyle yardımseverdi ki bana tuvalet
buldu. Bunun ne demek olduğunu yaşamayan bilemez.
DAGADANA
Dagadana’ nin yaptigi müziği merak edenler: tık (Mavi bluzlu çılgın saçlı olan solist, benim icin hızır)
Yaklasik on dakikalik bir nirvanadan sonra tekrar hayata ve de ablamizin yanina dondum, muhabbete basladik.
Sonra onun otobusu geldi, gitti. Yarim saat sonra ben
de Toruń’ a dogru yola ciktim. Bu arada sehirlerarasi otobuslerinde sistem
bizdeki belediye otobusleri gibi. Koltuk numaran yok, neresi denk gelirse
oturuyorsun.
5 saatlik otobus yolculugunun ardindan Toruń’ a 23.30
sularinda vardim. Aksam 22.30’ dan sonra hicbir belediye otobusu ya da tramvay
calismadigindan, mentorum(Akil Hocam) bir arkadasinin arabasiyla beni almaya
geldi. Kalan son enerjimle, tanisma faslindan sonra arabaya bindim.
Mentorum Michał ve arkadasi Kuba; kendi aralarinda
Lehce konusurlarken, o sihirli kelimeyi bir kez daha duydum: “KURWA!”
Dedim ki: “Nedir bu kelimenin kerameti? Aradim taradim
boyle bir istasyon yok. Sabah basima söyle bir olay geldi benim.”
Kuba arabayi sağa cekti, yarim saat kadar güldüler. Ben hala aciklama bekliyorum o
esnada. Meger
bu ''kurwa...'' Yemezleeer.
Ben ogrenene kadar bir gün harcadım, öyle kolay söyler miyim? Merak edenleriniz Google Ceviri disinda herhangi
bir Lehce-Turkce ceviri programindan kolayca ogrenebilirler. Google
yanlis ceviriyor, denedim.